Hayır o ben değilim.
Küçük çaplı tatil maceramın sonuna gelmiş bulunmaktayım. Emeği geçen hiç kimsenin elleri dert görmesin. Kalemim döndüğünce bu platformda gezdiğim ve gördüğüm yerleri, deneyimlerimi anlatarak siz hayalet izleyicilerime gelecekteki seyahatlerinde bir nebze ışık olmayı umuyorum.
Öncelikle size seyahat boyunca dinlediğim ve yola çok yakıştırdığım şarkılardan derlediğim bir liste hazırladım.
- I Got A Name (Django Theme)
- Too Old to Die Young (Django Theme)
- Trinity (Django Theme)
- Balad of a Rockin Role Loser
- Serzenişte
- Who Did That to You (Django Theme)
- Wrong Side of the Road
- Yalnızlık Ömür Boyu
- Losing My Religion
- Lo Chiamavano King (Django Theme)
- Özgürlük
Ben otomobil yolculuklarını her zaman hava yolu taşımacılığına yeğlemişimdir, biraz eziyetli olsa da. Çünkü benim seyahatten beklentilerimi karşılamaya birkaç bulut ve şehrin kuş bakışı görünümü yetmez. Ben, otomobilin arka koltuğunu iri cüsseli kardeşimle paylaştığım için boynumun tutulmasını tercih ediyorum. Tabi bu eziyet bana yol, su ve eşsiz güzellikleri gözleme şansı olarak geri dönüyor. Ha bir de muhtemelen coğrafyadan alacağım birkaç fazla puan da cabası.
Kafamı otomobilin camına yaslayıp Karadeniz'i, İç Anadolu'yu ve sonunda Torosların arasından geçerek Akdeniz'i derin bir sükut ve uykulu bir ruh haliyle izledim, birkaç fotoğraf çektim. Osmaniye'ye kadar olan yolculuğum zaten bir önceki postun konusunu oluşturmuştu, şimdi sonrasına gelelim.
Vardığımızdan itibaren ilk üç gün akraba ziyaretleriyle geçti. Babamın amca çocukları, amcaları, halaları... İçlerinde sevindiğim, üzüldüğüm, bulunmaktan keyif aldığım, almadığım bir sürü yer var elbet.
Yandaki iki şaşkaloz ben ve kardeşim oluyoruz. Burası babamı nadiren duygusal gördüğüm yerlerden biri olarak aklımda ölene kadar yer edecek bir baraka. Baraka diyorum, abartmıyorum. Orada seksen küsür yaşında bir kadın elimdeki kedi ve kardeşinin yanında birkaç tavuk, bir adet ördek eşliğiyle yaşıyor. Bir de eşi var tabi ki... Öykünün ayrıntılarına girip insanları rencide etmek değil niyetim. Ama babam da, bu insanlarla alakası olmayan annem de, tanımadığım bir ortamın içine düşen ben de bu durumdan müthiş etkilendik. Yandaki mutlu görüntü hayatımda üstlendiğim en zor roldü. Yine de atlattık, atlatılıyor bir şekilde.
Bir amcaoğlundan diğerine atlarken şüphesiz en çok eğlendiğim yer Kadirli'deki son durağımızdı. Kadirli'de insanlar biraz coşkun, biraz fazla uçlarda yaşıyormuş her şeyi, bunu öğrendim. Yemek kültüründen insan psikolojisine kadar her alanda gözlemlediğim bu coşkunluk beni şaşırttığından bünyemde garip etkilere neden olsa da, sevdim orayı. Koca koca insanların sabahın dördüne kadar muhabbet ettiklerini gördüm orada. Güldüm, güldürdüm, sevdim ve sevdirdim de çok şükür. Gecenin bir yarısı çıktım dışarı, gezdim kuzenlerimle beraber. Dişlerim donana kadar karsambaç içtim, gerçekten muazzam lezzette dondurmalar yedim. Yolunuz Kadirli'ye düşerse orada Kadirli Belediyesi'nin yaptırdığı büyükçe bir park var, adını ne yazık ki unuttum. Oranın karşısında bir Maraş Dondurmacısı var, elemanın garip ses tonundan tanıyabilirsiniz. Mutlaka yiyin oranın dondurmasını ve yanındaki bisiklet tekerini benim için çevirin, belki bedava dondurma kazanırsınız.
Derseniz ki 'Yediğin içtiğin sana kalsın, bize gezdiğin yerleri anlat.', peki, derim sevgili hayalet okuyucularım. Öncelikle Osmaniye'nin tek büyük alışveriş merkezi Park 328'i gezdim, çok beğenmedim. Küçük ama amacına uygun bir yer denilebilir. Gerçi ben genel olarak alışveriş merkezi gezmekten pek haz etmiyorum. Sülemiş Tesisleri'ne uğradım, bir şeye benzemiyordu. Eskiden revaçta olan bir yermiş ve bunun nedeni muhtemelen tesisin ortasındaki üç metre derinliğindeki havuzdur. Şimdilerde bakımsız olmasına rağmen insanlar hala orayı düğün organizasyonları için kullanıyor. Oraya ait bir kare fotoğrafım var, o da bu şalgam heykeli.
Üstünde oynamayı düşündüm fotoğrafların ama doğal haliyle sunmak daha mantıklı geldi bana.
Kaldığım evler Savrun Irmağı kıyısında olmasına rağmen ne sivrisinek ne de kötü koku baskını yaşadım. Hem de dolaylı yoldan bu mevsimde pek suyu kalmamış Savrun Irmağı'nı da gezmiş oldum.
Seyahatimizin üçüncü gününde Osmaniye'de Bağdaş Yaylası'na çıktık. Burada yaylacılık Karadeniz'deki yaylacılık anlayışından biraz farklı. Bir kere yayla evleri genel olarak derme çatma değil. Çünkü insanlar bu evleri hayvan otlatırken konaklayacakları bir mekan olarak değil, daha ziyade yazlık olarak kullanıyorlar. Bu çok normal, çünkü yazın Osmaniye çok bunaltıcı olurken Bağdaş gayet serin, hatta soğuk oluyor. Aslında bu yerlerde çok ciddi bir ÖSS kampı potansiyeli var. Yapacak bir şey yok dağ başında. İnsan bir süre sonra komşu bahçeden vişne çalmaktan da sıkılıyor çünkü. (Evet denedim. Ama bahçe babamın amcasınınmış. Pek heyecanlı olmadı yani.) Yaylaya ait bir fotoğrafım yok ama yayladan dönerken çektiğim ilginç bir leylek yuvası fotoğrafım var. Üstelik ben o leyleği havada da gördüm. Tevekkeli değil, baya gezdik bu yaz.
Mimarisi hoşuma gitti.
Osmaniye il sınırları içerisinde bir sonraki durağımız babamın çok sevgili amcaoğlu sayesinde Karatepe- Aslanlıkaya Açık Hava Müzesi ve Aslantaş Barajı'nın oluşturduğu baraj gölünün kenarında bir aşap piknik masası oldu. Çok güzel bir yer orası. Hem müze, hem göl kenarı bir harika. Tek sorun benim düz yolda yürüyemememdi, onun da ceremesini kuzenimin diline düşerek çektim, çekiyorum. Arkadaş, ben normalde o kadar sakar değilim, tamam, sakarım da o kadar değil. Nasıl bir göz varsa herifte tökezlediğim an görüyor. Neyse ki ben de kendimi gösterip bozdum adamcağızı ama yine de beni orada en çok eğlendiren ve bizim eğlenmemiz için en çok çırpınan adam o oldu. Maalesef vakit kıtlığı nedeniyle onunla sadece bir buçuk gün geçirebildik, ama sabahlara kadar uyumayıp eğlenerek en az bir haftalık güldürü çıkardık ortaya. Hayatımın hiçbir döneminde oradaki insanları güldürdüğüm zaman hissettiğim haz kadar büyük bir haz yaşamadım sahnede. Hele içlerinde bir genç kız var ki... Yarabbim ancak bu kadar güzel gülebilir birisi. Gülünce öne arkaya hareket etmesi bir yana yanaklarına yerleşen gamzeler beni benden aldı. O kadar sevdim ki kızın gülüşünü, oturup sadece o anla alakalı bir durum hikayesi yazabilecek kıvamda hissediyorum kendimi. O gamzeler ona ana mirası, belli. Abisinde de var da onun sakalından çok belli olmuyordu. Abisinde dikkat çeken şey kocaman dudaklarıydı, şaşırmış kalmıştım.
Soldaki Aslanlıkaya Açık Hava Müzesi'nden. Sağ üstteki de müze yolundaki
bir ev. Alttaki ise Aslantaş Baraj Gölü.
Mersin gezisi de bir başka yazıya kalsın. Çünkü bu gönderi gereğinden fazla uzun oldu ve beni yordu.
Özgür kalın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder