Haziran 30, 2013

Adana'dan Naklen Yayın

We'd just hit the road again
Samsun'dan Adana'ya, daha doğrusu artık Osmaniye ili sınırları içerisinde bulunan Kadirli'ye yolculuğumuz 12 saatlik normal seyrinden sonra babamın bir tabelayı es geçmesi sonucu 1 saatlik uzatmayla son bulmuştur, co-pilotunuz konuştu. 
Sabah annemin yarattığı türlü buhranlara ve babamın tatili fes etmek, zaten istemediği bir yolculuğa çıkmaktan vazgeçmek gibi bir tehdit savurmasına rağmen saat 9 civarında Samsun il sınırları içerisinden hareket ettik. Saat 22.01, yaklaşık yarım saattir buradayız.
En son Yozgat'ta kendime geldiğimi hatırlıyorum. Babam sürekli uyuduğumuz için tatilin en önemli faktörünü, gezerken öğrenmeyi es geçtiğimiz gerekçesiyle bizi paylarken biz domatesli, peynirli sandviçlerimizi yiyorduk elbette. Hani şu çeyrek ekmeğe yapılanlardan. 

Yool boyunca durduğumuz dinlenme tesislerinde kablosuz internete sızarak babamın telefonuna oyun indirme çabalarımız da takdire şayandı, çünkü kendimizi parçalıyorduk. 
Yozgat'tan Kayseri'ye kadar durmadık. Kayseri'ye vardığımızda şehir merkezini bulmak için insanüstü bir çaba sarf ettik ve sonrasında tabi ki mantı bulabilmek için de bayağı dolandık. 
Sonunda bunu bulduk ^^

Kardeşim bir buçuk porsiyon mantıyı bana mısın demeden ne tür bir mezbelelik olduğunu kestiremediğim midesine yollarken ben bir porsiyoncuk (!) mantıyı sürünerek bitirmeye çalışıyordum. Porsiyonların irice olmasının nedeni hakkında babam dışında mantıklı bir açıklama getiren olmadı: 'Kayseri insanı genelde cimri olduğundan restoranlarda yemek yemez. Bu nedenle restoranlar porsiyonları büyütüp fiyatları küçülterek müşteri çekmek zorundadır.' (Sürç-i lisan ettimse affola.) 
Dersanedeki felsefe öğretmenim Kayserili olduğundan ona 'Kutsal topraklara giriyorum hocam.' diye mesaj atmıştım. Adamcağız aradı beni sağ olsun, 'Kaleiçi'ni mutlaka gez.' dedi, fakat babamın hayat felsefesi 'Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz.' olduğundan gezemedik. Ben yıllar önce Türkçe Olimpiyatları vesilesiyle gezmiş, sevmiştim. 
Kayseri konusunda içimdeki ikinci ukteyse hem gidiş hem dönüş esnasında bir türlü denk getirip resmini çekemediğim Kadir Has Stadyumu'dur. Birkaç kere gördüm fakat aksilikler yüzünden bir tane resmini çekemedim. 
Burası da kardeşimin olimpiyat stadı sandığı Kadir Has Stadı

Ayrıca bende gayet hoş fotoğrafları bulunan Erciyes Tepesi'ne selam olsun. 
Bu kadar mükemmel fotoğraflayabilecek yetenek bende yok.
Son olarak gözümü tekrar açtığımda Mersin'e doğru gidiyorduk, hem de Toros Dağları'nın içinden. İki yanımızda uzanan muhteşem dağlar bütün uykumu silip süpürmekle kalmayıp nedense o manzarayı Amasya ile kıyaslamama neden oldu. Konuyu dağıtmamak adına bunu es geçiyorum, belki başka zaman anlatırım. 
O kadar afalladım ki o muhteşemliğin bende fotoğrafı yok :(


Biraz da Adana insanından bahsedeyim. Yarım saatlik gözlemim sonucunda öncelikle şu kanıya vardım: Yemekler çok acı. Daha önce de söylemiştim benim en yakın arkadaşlarımdan biri Adanalı fakat o Samsun'da doğup büyüdüğünden beni her seferinde şaşkınlıktan ağzı bir karış açık pozisyonlara sokan acıya dayanıklılığı dışında bir Adanalılık görmedim kendisinde. Burada biraz daha farklı durumlar. Ne kadar yerseniz yiyin, doyduğunuza asla inanmıyorlar mesela. Boşalan bir bardak dahi olsa hemen dolduruluyor ev sahibi veya sahibesi tarafından. İki dakika arkamı dönüyorum ve önümdeki kap kaçak yine yemekle dolmuş. Çok cömert insanlar vesselam. İzzet-i ikramda sınır tanımıyorlar ve iki dakikada en zor yemekleri yapıveriyorlar. Mesela ben o iki tepsi içli köftenin ne ara geldiğini kestiremedim, ne ara bittiğini de. Sadece hoşlanmadığım şu: Taze otlar. Çorbada bile taze nane. Bahçeden, anında... Semizotu keza aynı şekilde. Sıtkım sıyrıldı taze ottan. Sevmiyorum ya herhalde ondan. Bu günlük bu kadar yeterli sanırım. Gezip gördüğüm yerleri tekrardan yazacağım elbette ve bu sefer kendi objektifimden resimlerle umarım ki. 
Bu arada, Liberte bana göz kırpıyor, hoşça kalın. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder